Anasayfa > Dini Hikayeler > Neyin Var A Kişi

Neyin Var A Kişi

KURTUBİ Tefsirinde nakledildiğine göre, sahabîlerden biri Nebiler Sultanının mübarek huzurlarında hep kederli görünürlerdi.. Yüzünde ızdırap çizgilerinin izleri vardı.. Bir gün Allah’ın Peygamberi o sahabîye dediler ki:

Seni hep üzüntü ve keder içinde görüyorum. Neyin var? Seni bu derece üzen şey ne ola?

Gerçekten o sahabî pek kederliydi. Can kuşu ten kafesinde çırpınıp durmaktaydı.. Birden gözleri buğulandı, dudakları acı ile büzüldü. Dili düğüm düğüm oldu da tek kelime söyleyecek takati kendinde bulamadı. Ne var ki, şefkat ve merhametin ve en güzel huyun sahibi Cenab-ı Peygamber (Sallallahû Aleyhi ve Sellem), onun yanık yüreğine bir damla inayet suyu serpti:

Ey Allah’ın kulu, dedi, bana açamadığın derdini başka hiç kimseye açmak imkanın olmaz… Benim indimde ayıplanıp kusurlu görülmezsin. Seni bu hale sokan derdini bana anlat ki, deva olayım!..

O iki Cihanın Saadet Güneşi, o herkesin imdadına yetişen Rahmet Peygamber demirin gönlündeki pası bile giderirdi. Kaldı ki bir insanın derdine deva olmasın…

Biraz cesaret bulan sahabînin dilindeki düğüm birden açıldı. Ah ve enin ederek anlatmaya başladı:

Ey Allah’ın Rasulü, ey kokusu hoş Nebi!. Allah beni sana feda kılsın… Benim öyle bir günahım vardır ki, bunu hatırladıkça üzüntüye gark oluyorum. Öyle zannediyorum ki, Rabbi Kerîmimin huzurunda bu günahın hesabını veremeyeceğim!..

Kainatın Efendisi, ümit dalları kurumuş gibi görünen bu sahabîye teselli etti ve dedi ki:

Sen günahının ne olduğunu anlat!.. O sahabî, iki gözleri iki çeşme halinde şöyle anlattı:

Ey Allah’ın Rasulü, İslam’dan önceki cehalet devrinde ben de kızlarını öldüren bedbahtlardan biriydim. O korkunç günler bir kabus gibi beni de sarıvermişti. En son olarak tek kızım kalmıştı. Annesi:

Ey efendi, diyordu, bu işve fidanıma kıyma!.. Böyle bir gülü dalından koparmak reva mıdır?..

Onun yalvarışları karşısında ben de tek kızımı öldürmekten vazgeçmiştim..

Ne var ki, kızım da günden güne büyüyor, gittikçe güzelleşiyordu. Öyle bir yüzü vardı ki, sanki nar çiçeğine benzemedeydi. Allah’ın Kudret eli ona canlar yakan bir güzellik vermişti. Beni bir namus gayretidir aldı. Cehalet damarım alev seli halinde köpürdü, akıl ve idrak aynası çatladı:

Onu diyordum, bir başkasının evine bir başka adama nasıl verebilirim?

BÜYÜYÜP serpilen, servi gibi nazla salınan kızımın evde beklemesini istemediğim gibi, kocaya verip de bir başkasına terk etmeyi de hazmedemiyordum. Hasılı, kanlı cehalet beni zehir pençesinde nefes nefes sıkıyordu. Adem evlatlarının ezeli düşmanı şeytan da sahnedeydi, meydanlarda zıpzıp oynuyor, beni durmadan dürtüyordu.

Vah sana!.. Sen nasıl bir adamsın. Sende hiç namus gayreti yok mu?

Nihayet lanetli İblîs galebe çaldı. Aileme:

Ey iyi hatun, dedim, şu köydeki akrabamı ziyarete gideceğim, kızımızı da giydirip süsle, onu da beraber götürmek istiyorum!..

Zavallı kadın ne bilsin… Kurdun eline kuzuyu teslim ediyordu. Pek sevindi ve nar çiçekleri gibi taze kızını giydirip süsledi. Bende kızın elinden tutup yola çıktım… Yolları elime dolayıp gidiyordum…

O nur yumağı masum çocuk ardımca kuşlar gibi sekerek geliyordu. Ölüme gittiği nereden bilecekti.

Nihayet yolumuz ıpıssız bir vadiye uğradı. Orada tasarladığım bir kuyu vardı. Bu kuyu oldukça derin ve korkunçtu. İçine düşenin çıkmasına imkan yoktu. Nice can Yusuf’unu yutacak derinlikteydi. Adeta ağzını açmış bir canavara benziyordu.

Gökte güneş fokurduyor, yerde kumlar kavuruyordu. Çölün öldürücü sıcağı beynimizi kaynatmak üzereydi. Küt küt adımlarla yürüyerek kuyunun başına geldik. Kızım benim ürkek halimden şüphe etmişti. Yaralı keklikler misali titriyor, iri iri gözlerle yüzüme bakıyordu…

Ölüm kuyusu ağzına kadar su ile doluydu. Artık muradım hasıl olacak, ben bu kızdan ebedî olarak kurtulacaktım. Bu sırada kızımın elinden tutup suya bakması için kuyu ağzına kadar getirdim. Masum yavru, ak güvercinler gibi titreyerek çığlığı bastı:

Vah başıma gelen!.. Demek babam beni boğmak istiyor, demek yine şeytan yol kesiyor?.. Demek ben de sırf kız olarak dünyaya geldiğim için ölüme mahkum ediliyorum?..

Bir an vicdanım harekete geçti, cehalet sisleri aralandı, akıl yayı oku attı. Onu bıraktım. Başımı iki ellerim arasına alıp düşünceye daldım…

İçimde bir acayip tufan, bir ateş seli… Bu kötü işten vazgeçmeyi murad ediyordum, fakat cehalet timsahı vicdan kuşunu yutuveriyordu. Lanetli İblîs de kulağımın dibinde tezgahını kurmuştu:

Sen, diyordu, ne beceriksiz adamsın!.. Bu kızı kuyuya atıp helak etmezsen, bir başkasının eline verecek, namusunu çiğneteceksin. O zaman daha mı iyi olacak? Kendine gel, onu buracıkta öldür, yüzünün akı ile evine dön!..

Şeytanın fitne davulu beyin zarımı çatlatmış olacak ki, bir canavar gibi kızımın üstüne atıldım. Onu sürükleye sürükleye kuyunun başına getirdim. Kız son bir gayretle çırpınıyor ve:

Ey babam, diyordu, kıyma bana!.. Benim günahım ne ki, ölüme layık görülüyorum!..

Artık ne akıl, ne idrak, ne vicdan çalışmıyordu. Kızımın çığlıkları çöllerde yankılar yapmaktaydı… Nihayet onu tepesi üzerine kuyunun içine atıverdim. Her şeye hayat kaynağı olan su, kızıma ölüm kıskacı oluvermişti. Karanlık su, çığlığıyla beraber kızı da yutuvermişti… Kuyunun dalgaları bir ip gibi kıvrım kıvrım kıvrılarak çocuğu dibe çekti…

Gözleri bulut gibi yaşlar döken sahabî, bir nefes durup yaşlı gözlerini Allah Rasûlünün mübarek yüzüne dikti ve şöyle devam etti.

Ey Allah’ın Rasûlü, ey eşi bulunmaz inci!.. Daha sonra Allah bize acıdı, bize kendi içimizden bir Peygamber gönderdi… Bizi Nübüvvetle şereflendirdi… Siz de bizi İslam ile, îman ile tezyin ettiniz. Ve evvelce işlediğimiz şeylerin ne kadar cahilce olduğunu anladık… Öyle de, vicdanım sızlayıp durmadadır… Yüreği yaralı bir baba, nasıl kederden kurtulur, hüzünden azade olur?..

Ey Nebiyyi Ahirzaman!.. İşte beni devamlı gam seline sürükleyen derdim budur!..

NİHAYETSİZ olan Mülkün Seyyidi ve Kevser Havuzunun Sahibi, bu yürek parçalayan sahneleri yeniden yaşıyormuş gibi titredi ve mübarek gözleri yaşlarla doldu.. Mecliste bulunan diğer sahabîler de hıçkırıklarını tutamıyorlardı…

Allah’ın Şerefli Nebisi, ona derin derin baktı “Senin günahın affolmaz” demedi.. Şöyle buyurdu:

Eğer cehalet devri günahları bağışlanmasaydı seni de aynı şekilde cezalandırmaktan geri kalmazdım!..

O karanlıktan bu aydınlığa eriş, işte Nebiler Sultanının sayesinde oldu. Taş kalbli insanları gözü yaşlı ceylanlar haline getirmek devleti O’na bahşedildi. O’nun muhabbetiyle gönüllerini yakanların sayısı gökteki yıldızların sayısını geçmiştir. İnsanlık alemi Peygamberler Peygamberini tanıdığı ve O’na bağlandığı gün kurtulacaktır…

Muhammed Hak Elçisi…
Nur, rahmet, sonsuz güzel,
Ey can, O’ nu sev!..
Olmaz, hiçbir şey O’nsuz güzel!..

 

Mustafa Necati Bursalı
Altınoluk Dergisi

1987 – Subat, Sayı: 012, Sayfa: 035

 

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*

x

Check Also

Dini Hikayeler

Adak

Padişahlar meclisinin kandili Sultan Mahmut Gazne’den kalkıp Hintlilerle savaşa gitmişti. Hintlilerin pek kalabalık olan ordularını ...