Ahmed bin Ebü’l-Havârî hazretleri başından geçen ibret verici bir hâdiseyi şöyle nakletmiştir:
Bir gün çöle gitmiştim. Araplar develerini koşturuyorlardı. Onlar bu işle meşgûl olurken köylü bir Arap köşeye çekilmiş Allahü teâlâyı zikrediyor ve kendi hâlinde oturuyordu. Dikkatimi çekti yanına gittim. Selâm verdim selâmımı aldı. Biraz konuştuktan sonra bana; “Allahü teâlâyı zikretmek en lezzetli şey ve şifâ verici bir iştir. Şaşıyorum insanlar nasıl boyun büküp, yalvarmazlar! Halbuki ölüm onların peşinde, onları tâkib ediyor. İnsanlar ise tehlike ve musîbetler içinde. Buna rağmen boş şeylerle meşguller.” dedi.
“Allah’ın rahmeti üzerinize olsun insanlar hangi musîbetler ve hangi tehlikeler içinde?” diye sordum:
“Günah musîbeti ve ölüm tehlikesi, ölümden öncesi ve sonrası!” dedi. Sonra ağlamaya başladı. Ben de onunla birlikte ağladım. sonra tekrar:
“Neden yapayalnız duruyorsun?” diye sordum:
“Ben yalnız değilim, Rabbimle berâberim.” dedi. Fakir ve muhtâç olduğunu zannederek; “Bir şey ister misin?” deyince; “Evet kalbimin derdini tedavî edecek bir tabib isterim.” dedi.
“Tabîbin kimdir?”
“Rabbimdir.”
“Kalbinin derdi nedir?”
“Günahlar…” dedi.
“Peki bunlardan kim kurtuldu?” diye sordum.
“Allahü teâlânın râzı olduğu kimseler.” dedi.
Tekrar sordum:
“Yolculuğun nereye?”
“Kabiredir.” dedi.
“Yolcu musun?”
“Annemden doğduğumdan beri yolcuyum. Âhirete gidiyorum.” dedi.
Sonra devâm ettim ve; “Azığın nerede?” dedim.
“Azığım son derece az.” cevâbını verdi.
Bu sefer; “Yanında yiyeceğin nedir?”
“Sübhânallah, Rabbimin vereceği rızık.” dedi.
“Peki yalnız hâlinle korkmuyor musunuz?” dedim.
“Nasıl korkarım. Sâhibimin, Rabbimin mülkündeyim.”
“Yol neresidir?” diye sormaya devâm ettim.
Ellerini açıp; “Yâ Rabbî! İnsanların çoğu seni unutmuş başka şeylerle meşgul! Sen her işin karşılığını vereceksin… Ey gariblerin yardımcısı, âcizlerin sığınağı! Ey azı çoğaltan, sapmışları hidâyete erdiren! Ey kendisine herkesin sığındığı Rabbim! Senin ihsânını ve rızânı isterim… Senin rızân olmadan dünyâ ve âhiret güzel olmaz.”
Hem böyle duâ ediyor, hem de yürüyordu. Ben de onu tâkib ediyordum. Bana:
“Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Senin için benden daha hayırlı olan bir kimseye git! Beni meşgûl etme…” dedi. Sonra benden uzaklaşıp gitti. Arkasından gözden kayboluncaya kadar baktım. Sonra ağlayarak geri döndüm.