Hadis No : 4254
Ravi: Urve İbnu Zübeyr
Tanım: Urve İbnu Zübeyr, Misver İbnu Mahreme ve Mervan’dan almış. Misver ve Mervan her ikisi de birbirlerinin sözünü tasdik etmişlerdir. Derler ki: Resulullah (sav) Hudeybiye senesinde Medine’den çıktı. Yolda bir yerlere ulaşınca aleyhissalatu vesselam: “Halid İbnu’l-Velid, Kureyş’e ait gözcülük yapan bir grup atlının başında olarak el-Gamim’dedir, siz sağ tarafı takib edin!” dedi. Vallahi, Halid müslümanların varlığını sezemedi. Ne zaman ki müslüman askerlerin kaldırdığı toz bulutunu görünce, (müslümanların geldiğini) Kureyş’e haber vermek üzere hayvanını koşturarak gitti. Resulullah (sav) yoluna devam etti. Seniyye nam mevkiye gelindi. Oradan (devam edildiği takdirde) Kureyşlilerin bulunduğu yere inmek mümkündü. Ama devesi orada ıhıverdi. Halk: “Kalk, kalk, yürü, yürü!” dedi ise, deve kalkmamakta ısrar etti. Halk bu sefer: “(Resulullah (sav)’ın devesi) Kasva çöküp kaldı, Kasva çöküp kaldı!” dediler. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: “Hayır! Kasva çöküp kalmadı. Onun böyle bir huyu da yok. Ancak onu, “Fil’i (Mekke’ye girmekten alıkoyan) Zat” durdurmuştur!” buyurdu. Sonra ilave etti: “Nefsimi kudret eliyle tutan o Zat’a yemin olsun, (Kureyş, Mekke’de) Allah’ın haram kıldığı şeyelri tazim sadedinde her ne taviz isterlerse onlara vereceğim!” Sonra deveyi zorladı, deve sıçrayıp kalktı. Ravi dedi ki: Resulullah (sav) Kureyş tarafından saptı, suyu az olan Semed Kuyusunun yanma indi. Burası Hudeybiye mevkiinin en uç noktasında idi. (Mezkur kuyunun suyu azdı. Öyle ki) insanlar ondan suyu avuç avuç toplarlardı. Çok geçmeden suyu kurudu. Resulullah (sav)’a susuzluktan şikayette bulundular. Aleyhissalatu vesselam sadağından bir ok çıkardı, onu kuyuya koymalarını söyledi. Allah’a yemin olsun çok geçmeden, su coşmaya başladı ve ashab oradan ayrılıncaya kadar onlara yetecek kadar akmaya devam etti. Onlar bu halde iken Budeyl İbnu Verka’ el-Huza’i Huza’a kabilesinden bir grupla çıkageldi. Huza’lılar, (Mekke civarında tavattun etmiş bulunan) Tihame kabileleri arasında Resulullah’m sırdaşı ve dostu olagelmişlerdi. Dedi ki: “Ben (Mekke’nin) Ka’b İbnu Lüeyy ve Amir İbnu Lüeyy kabilelerini, bir çok Hudeybiye surlarının başına, beraberlerinde sütlü ve yavrulu develeri olduğu halde konaklıyorlar gördüm. Onlar seninle savaşacak, Beytullah’ı ziyaretine mani olacak olmasınlar! Resulullah (sav) dedi ki: “Biz kimseyle savaşa gelmedik. Biz sadece umre yapmaya geldik! Mamafih Harb Kureyş’in (iliğine işlemiş). Halbuki çok da zarar gördüler. Eğer onlar dilerse ben (onlarla sulh yapar) kendilerine müddet tanırım, onlar da benimle diğer insanların arasından çekilirler. Eğer ben öbürlerine galebe çalarsam, Kureyşliler de dilerlerse onlarla yapacağım sulha (kendi mallarıyla) girerler. Şayet ben galebe çalamazsam (Kureyşliler benimle savaşmak zahmetinden kurtulup) rahata ererler. Şurası da var ki, eğer Kureyşliler bu teklifime itiraz ederlerse, ruhumu elinde tutan Zat-ı Zülcelal’e yemin olsun, bu davam için, ölünceye kadar onlarla savaşacağım. O zaman Allah, bana olan emrini (gerçekleştirme hususundaki vaadini mutlaka) yerine getirecektir.” Resulullah (sav)’ın bu sözü üzerine Büdeyl: “Senin bu sözlerini Kureyş’e mutlaka duyuracağım!” dedi ve gitti. Kureyşlilere gelince: “Ben, size şu adamın yanından geliyorum. O’nun bazı sözlerini işittik. Eğer dilerseniz size söyleriz” dedi. Onların serseri takımı: “Ondan herhangi bir haber söylemene ihtiyacımız yok!” dedi ise de aklı başında olanlar: “Hele şu işittiğini söyle!” dediler. Büdeyl: “Ben Muhammed’in şöyle şöyle söylediğini işittim!” diyerek Aleyhissalatu vesselam’ın söylediklerini bir bir nakletti. Bunun üzerine Urve İbnu Mes’ud kalkıp: “Ey kavm! Siz benim babam değil misiniz?” dedi. Hepsi: “Evet!” dediler. “Benim hakkımda bir (itimatsızlığınız) ithamınız var mı?” dedi. “Hayır!” dediler. “Biliyorsunuz ki ben Ukaz halkını toptan sizin yardımınıza çağırmış, onlar yanaşmayınca ailem, çocuklarım ve bana itaat edenlerle kendim gelmiştim değil mi?” diye sordu. (Kureyşliler), hep bir ağızdan buna da “evet” deyince Urve (bu tasdikleri aldıktan sonra): “Bu adam size uygun bir şey teklif ediyor. Onu kabul edin ve benim ona (anlaşmak üzere) gitmeme izin verin!” dedi. Kureyşliler: “Pekala git!” dediler. Urve, Resulullah (sav)’a geldi, Onunla konuştu. Aleyhissalatu vesselam Büdeyl’e söylediklerine yakın şeyler söyledi. Urve bu esnada: “Ey Muhammed! Kavminin kökünü kazıdığını farzedelim, (eline ne geçecek). Senden önce, Araplardan kavmini toptan helak eden birini işittin mi? Durum aksi olursa (başınıza geleceği, Kureyş’in size neler yapacağını tahmin edebilirsin. Üstelik bu daha kavi bir ihtimal) zira ben, aranızda ileri gelenlerden bazı kimseler görüyorum, halktan toplanmış, seni terkedip kaçmaya mütemayil kimseler de görüyorum” dedi. Hz. Ebu Bekr (ra) (onun bu sözüne dayanamayıp): “(Halt etmişsin, git!) Lat putunun fercini yala! Demek biz Resulullah’ı terkedip yalnız bırakacakmışız ha!” diye (şiddetle çıkıştı). Urve: “Bu da kim?” dedi. Kendisine onun Ebu Bekr olduğu söylendi. Urve: “Nefsimi elinde tutan Zata yemin olsun! Eğer senin bende, henüz ödeyemediğim bir yardımın bulunmamış olsaydı ben sana (layık olduğun) cevabı verirdim” dedi. Ravi der ki: “Urve, Resulullah (sav)’a konuşmaya devam etti. Her konuşmasında (cahiliye adeti üzere) Resulullah (sav)’ın sakalından tutuyordu. Bu sırada Muğire İbnu Şu’be, üzerinde miğfer, elinde kılıç Aleyhissalatu vesselam’ın yanında ayakta (muhafız gibi) bekliyordu. Urve, tutmak üzere, elini Resulullah’ın sakalına her uzatışında, kılıncın demiriyle eline vuruyor: “Elini Resulullah’ın sakalından çek!” diyordu. Urve, (bir ara) başını kaldırıp ona baktı. “Bu da kim?” dedi. Kendisine: “Bu Muğire İbnu Şube’dir!” dendi. Bunun üzerine Urve: “Ey zalim! Ben hala senin (geçmişteki) gadr ve ihanetini ödemekle meşgul değil miyim?” dedi. (Onu bu söze sevkeden şey şu idi): “Cahiliyede Muğire İbnu Şu’be bir grup kimse ile yolculuk yapmış, yolda arkadaşlarını öldürüp mallarını almıştı. Sonra gelip müslüman olmuş, Resulullah (sav) da: “Müslüman olmanı kabul ediyorum, ancak malları kabul etmiyorum, (bu ihanet malıdır)” demişti. Urve bu esnada göz ucuyla Resulullah (sav)’ın Ashabını tedkikten geçiriyordu. (Bilahare gördüklerini şöyle anlatacaktır): “Vallahi (öylesine hürmet hiç görmedim). Resulullah (sav) yere bir kerecik tükürmeye görsün, mutlaka onlardan bir adamın eline düşüyordu. Onu alıp yüzlerine, derilerine (teberrüken, bir tiyb gibi) sürüyorlardı. Bir şey söyleyecek olsa emrine hepsi birden koşuyordu. Abdest alacak olsa, abdest suyundan kapabilmek için nerdeyse (itişip-kakışıp) kavga ediyorlardı. Konuşsalar onun yanında seslerini kısıyorlardı. Saygıları sebebiyle O’na dikkatle bakamıyorlardı bile.” Urve arkadaşlarının yanına dönünce dedi ki: “Ey kavm dinleyin! Vallahi ben muhtelif kıralların huzuruna çıktım. Kisra’nın, Kayser’in, Necaşi’nin yanlarına girdim. Vallahi, Muhammed’in ashabının, Muhammed’e gösterdiği saygıya, hiç bir kralın ashabında rastlamadım. Vallahi tükürecek olsa mutlaka onlardan birinin eline düşüyor, bunu alıp yüzlerine bedenlerine sürüyorlar. Bir şeye emretse hesi birden koşuşuyorlar. Abdest alsa, abdest suyu(ndan kapmak) için nerdeyse kavga ediyorlar. Konuşsalar, onun yanında seslerini kısıyorlar. Ona hürmeten dikkatle yüzüne bakmıyorlar. Bu adam size makul bir teklifte bulunuyor, onu kabul edin!” Urve’nin bu açıklaması üzerine, Beni Kinane’den bir adam: “Beni bırakın, ona bir de ben gideyim!” dedi. Ona da müsaade ettiler, “git!” dediler. Resulullah (sav) ve ashabına yaklaşınca, Aleyhissalatu vesselam: “işte falan! Bu, hacc ve umre için ayrılan kurbanlık develere saygı gösteren bir kavimdendir. Kurbanlıklarınızı önüne salıverin görsün!” buyurdu. Ashab o zatı telbiyelerle karşıladı. Adam bu manzarayı görünce: “Sübhanallah! Bu kimselere Beytullah’ın yolunu kapamak münasip düşmez!” dedi. Arkadaşlarının yanına dönünce: “Ben kurbanlık develer gördüm, takıları boyunlarına takılmış, gerekli işaretler vurulmuş, onlara Beytullah’ı yasaklamayı uygun görmüyorum!” dedi. Onun kavminden Mikrez İbnu Hafs denen bir zat kalkıp: “Bırakın, bir de ben gideyim! dedi. Ona da müsaade edip “git!” dediler. Müslümanlara yaklaşınca, Aleyhissalatu vesselam: “Bu gelen Mikrez’dir, facir birisidir” dedi. Resulullah (sav)’a konuşmaya başladı. Onlar konuşurken Süheyl İbnu Amr çıkageldi. Aleyhissalatu vesselam: “İşiniz artık size kolaylaştırıldı, size Süheyl İbnu Amr geldi.” Resulullah’a: “Gel! seninle aramızda bir antlaşma (metni) yazalım!” dedi. Resulullah (sav) katibini çağırdı ve emretti: “Yaz Bismillahirrahmanirrahim.” Süheyl itiraz etti: “Rahman ne demek? Vallahi onun ne olduğunu bilmiyorum. Fakat: Bismikallahümme yaz, vaktiyle senin de yazdığın gibi” dedi. Müslümanlar da ona itiraz ettiler: “Biz onu değil, bismillahirrahmamrrahim’i yazarız!” dediler. Ama Resulullah (sav) emreder: “Bismikallahümme yaz! ve devam et: “Bu Allah Resulü ve Süheyl’in üzerinde mutabık kaldıkları hususlardır.” Süheyl yine itiraz eder: “Vallahi, eğer bilsek ki sen Allah’ın Resulüsün sana Beytullah’ı kapamazdık, seninle savaşmazdık da. Şöyle yaz: Muhammed İbni Abdillah.” Resulullah (sav): “Vallahi siz beni tekzib etseniz de ben kesinlikle Allah’ın Resulüyüm. Bununla beraber, Muhammed İbni Abdillah yaz!” buyurur ve devam eder: “Bizimle Beytullah arasından çekilmeniz ve onu tavaf etmemiz şartıyla.” Süheyl itiraz eder: “Vallahi hayır. (Biz size bu yıl tavafa izin versek), Araplar “bizim aniden emrivakiye geldiğimiz” hususunda dedikodu yapar. Ancak ziyareti gelecek yıl yapacaksınız” der. Böyle yazılır. Süheyl ilave eder: “Senin dinine de girse, bizden hiç bir erkeğin sana gelmemesi, gelirse iade etmen şartıyla.” Müslümanlar bu şarta itiraz ederek: “Sübhanallah! Bize iltica eden bir müslüman, müşriklere nasıl iade edilir?” derler. Bu halde iken Ebu Cendel İbnu Süheyl İbni Amr zincirleri arasında seke seke geldi. Mekke’nin aşağısındaki hapsedildiği yerden kaçmış, kendini müslümanlann arasına atmıştı. Süheyl: “Ey Muhammed, bu seninle üzerine anlaştığınız maddelerin ilk uygulaması olacak, bunu bana iade edeceksin!” dedi. Resulullah (sav): “Biz henüz anlaşmayı yazıp bitirmedik” buyurdu. Süheyl: “Öyleyse, vallahi ben seninle hiç bir madde üzerine sulh yapamam!” dedi. Aleyhissalatu vesselam: “Öyleyse şu Ebu Cendel’i bana bağışla da imza et” buyurdu. Fakat Süheyl: “Asla ben bunu sana bağışlamam” diye direndi. Aleyhissalatu vesselam: “Hayır, hatırım için yap!” ricasında bulundu. Süheyl direndi: “Asla yapmam!” Mikrez İbnu Hafs atılıp: “Biz onu sana müsaade ettik!” dedi. (Ancak imza yetkisine sahip olmadığı için Süheyl onu dinlemedi. Ebu Cendel teslim edilecekti). Ebu Cendel (ra): “Ey müslümanlar, (nasıl olur?) Ben size müslüman olarak sığınmışım. Beni müşriklere teslim mi ediyorsunuz? Bana yaptıklarını görmüyor musunuz?” dedi. Ebu Cendel’e Allah yolunda çok işkenceler yapılmıştı. Ömer İbnu’l-Hattab der ki: “(O gün, bu cereyan eden hadiseleri çok alçaltıcı bularak) Resulullah (sav)’a gelip: “Sen Allah’ın hak peygamberi değil misin?” dedim. “Evet!” dedi. “Biz hak üzere, düşmanlarımız da batıl üzere değiller mi?” dedim. “Evet” dedi. “Öyleyse biz niye dinimiz uğrunda alçaklığı kabul ediyoruz” dedim. “Ben Resulullah’ın; (bu anlaşmayı imzalamakla) Allah’a asi olmuş da değilim. Allah yardımcımızdır!” dedi. “Sen, bize (Medine’den çıkarken) Beytullah’a gideceğiz, onu tavaf edeceğiz demedin mi?” dedim. “Pek tabii, ama, sana bu yıl gideceksin dedim mi?”dedi. Hayır!” dedim. “Sen mutlaka onu tavaf etmeye geleceksin!”‘buyurdu. Ben Hz. Ebu Bekr (ra)’e geldim. “Ey Ebu Bekr! Bu adam Allah’ın hak peygamberi değil mi?” dedim. “Elbette hak peygamberi!” dedi. “Biz hak, düşmanlarımız da batıl üzere değiller mi?” dedim. “Elbette (onlar batıl, biz hak üzereyiz)” dedi. “Öyleyse, niye dinimiz için alçaklığı kabul ediyoruz?” dedim. “Be adam! O Allah’ın Resulüdür. (Bunu kabul etmekle) Rabbine isyan etmiş olmayacak da. Allah onun yardımcısıdır. Şu halde sen O’nun emrine sarıl. Allah’a yemin ederim o hak üzeredir!” dedi. “O bize: “Kabe’ye gideceğiz, onu tavaf edeceğiz!” demiyor muydu?” dedim. “Evet ama, sana bu yıl gideceksin dedi mi?” dedi. “Hayır!” dedim. “Sen ona gidecek, onu tavaf edeceksin!” dedi. (Hadisi rivayet eden Zühri) der ki: “Hz. Ömer (ra) dedi ki: “(O günki nezaketsiz çıkışımın günahını affettirmek için nice amellerde bulundum.” Anlaşmayı yazma işinden çıkınca, Resulullah (sav) ashabına: “Kalkın kurbanlarınızı, kesin, sonra da traş olun” buyurdu. Ancak (müşriklerle yapılan bu antlaşmadan hiç kimse memnun değildi. Bu sebeple) kimse kalkamadı. Resulullah (sav), emrini üç kere tekrar etti. Yine kalkan olmayınca Ümmü Seleme (ra)’ın çadırına girdi. Ona halktan maruz kaldığı bu hali anlattı. O, kendisine: “Ey Allah’ın Resulü! Bunu (yani halkın kurbanını kesip, traşını olmasını) istiyor musun? Öyleyse çık, Ashab’tan hiçbiriyle konuşma, deveni kes, berberini çağır, seni traş etsin!” dedi. Aleyhissalatu vesselam kalktı, hiç kimse ile konuşmadan bunların hepsini yaptı: Devesini kesti, berberini çağırdı, traş oldu. Ashab bunları görünce kalktılar kurbanlarını kestiler, birbirlerini traş ettiler. Ancak, bu sırada gam ve kederden birbirlerini öldüreyazdılar. Sonra bazı mü’mine kadınlar (Mekkelilerden kaçarak) geldiler. Allah Teala Hazretleri, (onların geri verilmemesi için) şu ayeti indirdi: “Ey iman edenler, (kendi ifadelerince) mü’min kadınlar muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını iyi bilendir ya, fakat siz de mü’min kadınlar olduklarına kail olursanız onları kafirlere geri vermeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar. (Kafir zevcelerinin bu kadınlara) sarfettikleri (mehri) onlara (kafirlere) verin. Sizin onları nikahla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günah yoktur…” (Mümtehine 10). Hz. Ömer, ayet üzerine o gün cahiliye devrinde evlendiği iki hanımını boşadı. Birini Hz. Muaviye İbnu Ebu Süfyan nikahladı, diğerini de Safvan İbnu Ümeyye. Sonra Resulullah (sav) Medine’ye döndü. Kureyş’ten Ebu Basir müslüman olarak Medine’ye iltica etti. Mekkeliler onu almak üzere arkasından iki adam gönderdiler. “(Antlaşmada) bize verdiğin söz var, onu teslim et!” dediler. Resulullah (sav) derhal onu onlara teslim etti. Bunlar Ebu Basir’i alıp gittiler. Yolda Zülhuleyfe nam mevkiye gelince, (azıkları olan) hurmadan yemek üzere konakladılar. Ebu Basir onlardan birine: “Vallahi şu kılıncı çok güzel görüyorum!” dedi. O, hemen kınından sıyırıp: “Doğru! Vallahi pek harika! Onunla ne tecrübelerim var!” dedi. Ebu Basir: “Hele bir göster, daha yakından bakayım!” deyip kaptığıyla adama vurup öldürdü. Öbürü kaçıp Medine’ye geldi, koşarak Mescide girdi. Resulullah (sav) onu görünce (yanındakilere): “Bu adam her halde bir korku geçirmiş” dedi. Adam (sav)’a gelince: “Vallahi arkadaşım öldürüldü! Beni de öldürecek!” dedi, Ebu Basir (ra) da geldi. “Ey Allah’ın Resulü! Allah senin zimmetini (taahhüdünü) yerine getirdi, beni onlara iade ettin. Allah beni onlardan tekrar kurtardı” dedi. Aleyhissalatu vesselam: “Harbi kızıştıranın anası ağlar. Keşke ona bir kişi daha olsa!” cevabını verir. Ebu Basir bu sözü işitince anlar ki, aleyhissalatu vesselam onu yine iade edecek. Hemen oradan çıkıp deniz kenarına gelir [İs denen bir yere yerleşir]. Mekkelilerin elinden Ebu Cendel İbnu Süheyl de kurtulup Ebu Basir’e iltihak eder. Derken Kureyş’ten müslüman olan herkes Ebu Basir’e katılmaya başlar. Kısa zamanda orada bir grup teşekkül eder. Allah’a yemin olsun. Kureyş’ten Şam’a gitmek üzere bir kervanın haberini aldılar mı, ona saldırıp adamları öldürüyor, mallarına da el koyuyorlardı. Kureyş Resulullah (sav)’a elçi gönderip, Allah’ın adını ve aralarındaki akrabalık bağlarını hatırlatarak, Mekke’den geleceklerin emniyette olacağını, yeter ki Ebu Basar ve arkadaşlarının yaptığı baskınların önlenmesini rica ettiler. [Bazı rivayette, bunu temin için Medine’ye bizzat Ebu Süfyan’nın geldiği belirtilir.] Resulullah da onları Medine’ye çağırdı. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “O size Mekke’nin kanunda (hududu içinde), onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi. Allah ne yaparsanız hakkıyla görücüdür. Onlar, küfreden, sizi Mescid-i Haram’dan ve alıkonulmuş hediyelerin mahalline ulaşmasından men edenlerdir. Eğer (Mekke’de) kendilerini henüz tanımadığınız mü’min erkeklerle mü’min kadınları bilmeyerek çigneyip de o yüzden size bir vebal isabet edecek olmasaydı (Allah size fetih için elbette izin verirdi). (Bunu) kimi dilerse, onu rahmetine kavuşturmak için (yaptı). Eğer onlar seçilip ayrılmış olsalardı biz onlardan küfredenleri muhakkak elem verici bir azaba giriftar etmiştik bile. O küfredenler kalplerine o taassubu, o cahillik taassubunu yerleştirdiği sırada idi ki hemen Allah, Resulünün ve müzminlerin üzerine kuvve-i maneviyesini indirdi, onları takva sözü üzerinde durdurdu. Onlar da buna çok layık ve buna ehil idiler. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” Feth 24-26).
Kaynak: Buhari, Şurut 16, 1, Hacc 106, Muhsar 3, Megazi 35, Tefsir, Mümtahine 2; Ebu Davud, Cihad 168, (2765
Hadis No : 4255
Ravi: Ali
Tanım: Hudeybiye günü bir grup köle, Resulullah (sav)’a sulhtan önce gelmişti. Efendileri (sav)’a: “Ey Muhammed, onlar senin yanına, dinine iştiyak göstererek gelmiş değiller, kölelikten kaçtılar” diye mektup yazdılar. (Ashabdan bazı) kimseler de: “[Doğru söylüyorlar], onları sahiplerine geri ver!” dediler. Resulullah (sav), (şeriat bu çeşit sığınan müslümanları hürler olarak kabul edip himaye vermeye hükmettiği halde müslümanların müşrik dostlarının: “Bunlar din için değil, hürriyet için sana geldiler” şeklindeki tahkiki mümkin olmayan aldatıcı sözlerini esas alıp geri göndermelerini teklif etmelerine) öfkelenip: “Ey Kureyş’liler, öyle zannediyorum ki, siz böyle hükmederek, Allah’ın, boyunlarınızı vuracak birini göndermesini bekliyorsunuz.” dedi ve köleleri iade etmekten imtina etti ve: “Onlar aziz ve celil olan Allah’ın azadlılarıdır!” buyurdu.
Kaynak: Ebu Davud, Cihad 136, (2700); Tirmizi, Menakıb, Hz. Ali’nin menakıbı, (3716)