Büyüklerden biri, Ahmed Rıfâî’ye duâ etmesi için bir hasta getirdi. Hasta birkaç gün kaldığı hâlde, Ahmed Rıfâî hiçbir şey söylemedi. Bunun üzerine hizmetçisi Yâkûb;
– Efendim! Bu hasta için duâ etmemenizin sebebi nedir? deyince;
Ahmed Rıfâî hazretleri;
– Ey Yâkûb! Cenâb-ı Hakk’ın izzetine yemîn olsun ki, Allah katında, benim kabûl olunacağı vâd olunan yüz hâcetim vardır. Şimdiye kadar hiçbirini dilemedim., cevabını verdi.
Yâkûb;
– Bir tânesi bu biçâreye sarf edilse nasıl olur? deyince,
Ahmed Rıfâî hazretleri;
– Sen benim edebe aykırı hareket eden bir kimse olmamı mı istiyorsun?” buyurup; “Dikkat ediniz, halk ve emir O’na mahsûstur. Âlemlerin Rabbi Allah çok yücedir.” (A’raf sûresi:54) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu, sonra; “Ey Yâkûb, aslında fakîr olan bir kişi, bir hâcet istirhâm edip, kabûle mazhâr olduğu zaman, eski vekar ve şerefinden de bir kademe kaybeder.” buyurdu.
Hizmetçisi;
– Efendim, namazlardan sonra her zaman duâ ettiğinizi görüyorum.” deyince de,
Ahmed Rıfâî;
– O başka, bu başkadır. Namazlardan sonra yapılan, ilâhî emre uymak için yapılan kulluk duâsıdır. Bu ise hâcet duâsıdır ve husûsî şartları vardır.” buyurdu.
Bu konuşmadan iki gün sonra o hasta şifâ buldu.